O
gün çıktı karşımıza… Murat… Televizyonda yayınlanacak müzik temalı bir gençlik
dizi projesi için Ömer Faruk Sorak ile çalışmaya başladığımız gün... “Son ki üç dört” koymuştuk ismini. Her
şeyi usulüne uygun planlıyorduk. Bir tarafta iyiler, karşısında kötüler…
Hayaller, umutlar, aşklar, bolca çatışma…
Hikâye müzik ile harmanlanacak, araya bol aksiyonlu olaylar eklenecekti.
Ne kadar zor olabilirdi ki?
En
başa yakışıklı genç bir delikanlı koyacaktık. Yiğit, mert, zeki ve yetenekli…
Zaafları olmalıydı. Kusurları… Genç kızların sevgilisi olurken maceradan
maceraya koşmalıydı. Karşısına şöyle güzel bir hatun… Güzel, alımlı,
etkileyici, şeker, farklı… Keyifli bir öyküsü olsa, yolu bir şekilde
kahramanımız ile kesişse... Murat, bizim kurguladığımız dünyada başarıya doğru
yelken açarken fırtınalı bir aşk yaşamalıydı.
Günlerce,
haftalarca uğraştık. Bir türlü istediğimiz kıvama gelmiyordu hikâye. Karanlık
bir geçmiş, aydınlık bir gelecek… Umut dolu bir yolculukta karşısına çıkan
zorluklarla mücadele eden bir süper kahraman… Tam da televizyon izleyicisinin
keyif alacağı türden… Binlerce yıldır süre gelen hikâye anlatıcılığının bize
öğrettiği bütün formülleri denedik. Kurgular yaptık. İyi bir adam, sevdiği
kadın ve karşısına çıkan güçlü bir düşman… Bir de kahramanın sonsuz yolculuğuna
eşlik eden görmüş, geçirmiş akıl hocası… Ama bir türlü olmadı. Hiç içimize
sinmedi. “Son ki üç dört” diye
girdiğimiz süreç bir türlü tamamlanamıyordu. Müzik bir türlü başlayamıyordu.
“Durun” dedi. “Gerçek bir hikâye mi istiyorsunuz? Ben anlatayım. “ Geçti
karşımıza, başladı konuşmaya. Anlatmazdı aslında. Ketumdu. Susardı.
Yaşadıklarını hatırlamak yüreğini dağlardı. Ama dayanamadı. Döktü içini. Hayalimizde yarattığımız kahraman ete kemiğe
bürünmüştü. Gerçek olmuştu. Unutulmuş insanların, unutulan hikâyesi o gün çıktı
karşımıza. Murat’ı dinledik uzun uzun. Anlattıkları ve anlatmadıkları… Bizi
tepetaklak etti. Yerden yere savurdu. Sarstı. Bildiğimizi sandığımız her şeyi unutturdu.
Karanlık geçmişini unutmaya çalışırken öfkesine yenilen bir genç adamın
savaşmak ve barışmak arasında gidip geldiği, seçimler yapmak zorunda olduğu
gerçek bir yaşam ile karşılaştık. Hayatın karşısına çıkarttığı sürprizler ve
yaptığı hatalar…
Murat
bizi başkaları ile tanıştırdı. Arif, Veysel, Yunus, Cevher, Yakup, Aliye,
Gökhan, Aylin, Zehra, Serdar, Ethem… Ve Aslı… Kaf Dağı’nın zirvesindeki Bilgi
Ağacı’nın dallarında saklı hazinenin peşinden giderken karşısına çıkan
insanlar… Kalpleri, ruhları, gönülleri bir oldu. Kahramanımızın macerasına
tanık oldular. İşin aslını öğrendiğimiz zaman artık bambaşka bir dünyanın
kapıları bize açılmıştı. Uyandıkları her yeni sabahı, hayatlarının son günü
olarak yaşayan, çevreleri acılar, gözyaşları, her türlü kötülük ve korku ile
kuşatılmış bu çaresiz, fakir insanların aydınlık bir gelecek hayali ile
sarıldıkları ortak tutkuları müzikti. Heyecanlarını, öfkelerini, tutkularını ve
aşklarını anlatmak için başvurdukları tek şey, şarkılardı.
“Her şarkının bir
hikâyesi vardır.
Her hikâyenin de
bir şarkısı…
Ama eğer müzik
güzelse…
Bazen kelimelerin
hiçbir anlamı kalmaz“
Hayata
daima umutla bakan ve her şeye rağmen hayal kurabilenlerin hikâyesi...
“Son ki üç dört”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder