2 Temmuz 2019 Salı

Son ki üç dört Önsöz


O gün çıktı karşımıza… Murat… Televizyonda yayınlanacak müzik temalı bir gençlik dizi projesi için Ömer Faruk Sorak ile çalışmaya başladığımız gün... “Son ki üç dört” koymuştuk ismini. Her şeyi usulüne uygun planlıyorduk. Bir tarafta iyiler, karşısında kötüler… Hayaller, umutlar, aşklar, bolca çatışma…  Hikâye müzik ile harmanlanacak, araya bol aksiyonlu olaylar eklenecekti. Ne kadar zor olabilirdi ki?
En başa yakışıklı genç bir delikanlı koyacaktık. Yiğit, mert, zeki ve yetenekli… Zaafları olmalıydı. Kusurları… Genç kızların sevgilisi olurken maceradan maceraya koşmalıydı. Karşısına şöyle güzel bir hatun… Güzel, alımlı, etkileyici, şeker, farklı… Keyifli bir öyküsü olsa, yolu bir şekilde kahramanımız ile kesişse... Murat, bizim kurguladığımız dünyada başarıya doğru yelken açarken fırtınalı bir aşk yaşamalıydı.
Günlerce, haftalarca uğraştık. Bir türlü istediğimiz kıvama gelmiyordu hikâye. Karanlık bir geçmiş, aydınlık bir gelecek… Umut dolu bir yolculukta karşısına çıkan zorluklarla mücadele eden bir süper kahraman… Tam da televizyon izleyicisinin keyif alacağı türden… Binlerce yıldır süre gelen hikâye anlatıcılığının bize öğrettiği bütün formülleri denedik. Kurgular yaptık. İyi bir adam, sevdiği kadın ve karşısına çıkan güçlü bir düşman… Bir de kahramanın sonsuz yolculuğuna eşlik eden görmüş, geçirmiş akıl hocası… Ama bir türlü olmadı. Hiç içimize sinmedi. “Son ki üç dört” diye girdiğimiz süreç bir türlü tamamlanamıyordu. Müzik bir türlü başlayamıyordu.
“Durun” dedi. “Gerçek bir hikâye mi istiyorsunuz? Ben anlatayım. “ Geçti karşımıza, başladı konuşmaya. Anlatmazdı aslında. Ketumdu. Susardı. Yaşadıklarını hatırlamak yüreğini dağlardı. Ama dayanamadı. Döktü içini.  Hayalimizde yarattığımız kahraman ete kemiğe bürünmüştü. Gerçek olmuştu. Unutulmuş insanların, unutulan hikâyesi o gün çıktı karşımıza. Murat’ı dinledik uzun uzun. Anlattıkları ve anlatmadıkları… Bizi tepetaklak etti. Yerden yere savurdu. Sarstı. Bildiğimizi sandığımız her şeyi unutturdu. Karanlık geçmişini unutmaya çalışırken öfkesine yenilen bir genç adamın savaşmak ve barışmak arasında gidip geldiği, seçimler yapmak zorunda olduğu gerçek bir yaşam ile karşılaştık. Hayatın karşısına çıkarttığı sürprizler ve yaptığı hatalar…
Murat bizi başkaları ile tanıştırdı. Arif, Veysel, Yunus, Cevher, Yakup, Aliye, Gökhan, Aylin, Zehra, Serdar, Ethem… Ve Aslı… Kaf Dağı’nın zirvesindeki Bilgi Ağacı’nın dallarında saklı hazinenin peşinden giderken karşısına çıkan insanlar… Kalpleri, ruhları, gönülleri bir oldu. Kahramanımızın macerasına tanık oldular. İşin aslını öğrendiğimiz zaman artık bambaşka bir dünyanın kapıları bize açılmıştı. Uyandıkları her yeni sabahı, hayatlarının son günü olarak yaşayan, çevreleri acılar, gözyaşları, her türlü kötülük ve korku ile kuşatılmış bu çaresiz, fakir insanların aydınlık bir gelecek hayali ile sarıldıkları ortak tutkuları müzikti. Heyecanlarını, öfkelerini, tutkularını ve aşklarını anlatmak için başvurdukları tek şey, şarkılardı.

“Her şarkının bir hikâyesi vardır.
Her hikâyenin de bir şarkısı…
Ama eğer müzik güzelse…
Bazen kelimelerin hiçbir anlamı kalmaz“

Hayata daima umutla bakan ve her şeye rağmen hayal kurabilenlerin hikâyesi...

“Son ki üç dört”


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder