2 Temmuz 2019 Salı

Adam olmak

“Adam olmak gerekliydi. Adam olmak için erkek olmak gerekmezdi. Kadından da olurdu erkekten de. Âdem kelimesinden gelirdi. İnsan demek... Adam olmak zor zanaat...”
Bu kelimeleri Destek Yayınları'ndan yayınlanan “Son ki üç dört” isimli ilk romanımın 110.sayfasına yazmışım. Kim bilir hangi ruh hali içindeydim yazarken. Konu da bambaşkaydı. Romandaki bir kahraman oğlu yerine koyduğu çocuğa rakı içmesini öğretirken edepten bahsediyordu. Delikanlılık raconunu ezip geçen bir adap… Hikâyedeki aynı adam hep güzel sözler söylüyordu.
“Eline, diline, beline hâkim olacaksın” demişti ilk öğüdünde. “Akıllı olun” diyordu sürekli. “İyi olun, ahlaklı olun, dürüst olun. Kimsenin malında, namusunda gözünüz olmasın! Kimse hakkında kötü bir şey düşünmeyin! Siz Arif Demir’in oğlusunuz. Demir ailesinin torunusunuz. Demir gibi olun! Birlik olun! Yek olun! Kimse sizin bileğinizi bükemesin. Ama siz boynunuzu bükün. Bakmayın kimsenin namusuna, ilişmeyin kadınına kızına, malına mülküne! Doğru olun, dürüst olun! Siz, adam olun!”
Bir süre önce benim için oldukça heyecanlı bir macera başladı. Dizi film senaryoları, reklam projeleri derken kendimi bir şekilde yazım işinin içinde buldum. Bu uzun, çileli, zorlu ancak keyifli sürecin sonunda ilk romanım yayınlandı. Edebiyat camiasının içine dalmak, kabul görmek, alkış almak, takdir edilmek, saygı görmek…
Hiç biri umurumda değildi yazarken. İçimden yazmak geldi sadece, kurgulamak, hayal etmek, kelimelere dökmek… “Nasıl yazıyorsun” diye soruyor okuyanlar, duyanlar, bilenler… Bilmiyorum. Akıp gidiyor. Tek bildiğim bir şey var. Türkçeyi öğrendikçe ana dilime âşık oluyorum. Daha da çok seviyorum. Türkçeyi anladıkça yazmanın hatta yazabilmenin hazzını yaşıyorum.
Yazmak için biriktirmek gerekli… Çok okumak, çok izlemek, çok dinlemek… Ama en çok anlamak… Düşünmek… İrdelemek… Bu yüzden iktidarlar hiçbir zaman sevmemiştir yazarları. Atilla İlhan, Erol Manisalı, Orhan Bursalı… Aziz Nesin, Emin Değer, Mustafa Yıldırım… Vatanını, milletini seven, Türkçeyi savunan kalemlerden bazıları… Daha onlarcası, yüzlercesi, binlercesi…
Muktedirler her zaman düşünen, irdeleyen ve idrak edenlerden nefret etmiştir. Dışlamıştır. Aydınlatma sevdalıları ötekileştirmiştir aydınları. Korkmuştur. Farklı seslerden hiç haz etmemiştir. Hapse atmış, vatandaşlıktan çıkartmış, sürgüne göndermiş gücü yettiyse öldürmüştür. Katletmiştir. Dünya üzerinde hiçbir iktidar erki bir türlü kabullenememiştir yazanları. Sokrat’ın idamından bahsediyorum. Çok daha öncesi de vardır elbet ancak güç zehirlenmesi yaşayan insanlar kendilerini hep haklı görmüştür ezelden beri. Dün de böyleydi, yarın da böyle olacak.
“Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen bir adamın kurduğu bu güzel ülkede kültür emperyalizmi tarafından kuşatıldığımızın farkında bile değiliz. Çevremizdeki tabelalardan markalara, teknik tabirlerden şarkılara kadar neredeyse her şey bilmediğimiz, tanımadığımız, bizden olmayan insanların lisanında…
İngilizce, Fransızca, Arapça, Latince değil sadece konu… Dinamik, yaşayan, ruhu olan her dil kendi içine yabancı kelimeleri alır, benimser, kabul eder. Dilin matematiğine uymadığı zaman da çıkartıp atar, yok eder. Ancak artık sevinçlerimizi, hüzünlerimizi, mutluluklarımızı vs bütün duygularımızı öğrendiğimiz yabancı dillerde paylaşmaya çalışıyoruz. Kendi dilimizde anlatmadığımız düşüncelerimiz sebebiyle iletişimimiz zayıflıyor, anlaşamıyoruz, konuşamıyoruz.
Aşklarımız daha bir farklı oluyor, ilişkilerimiz kısa sürüyor, arkadaşlıklarımız menfaat çerçevesinin dışına çıkamıyor. Dostluklar kalıcı olmuyor. Daha da acısı, artık kurduğumuz cümlenin yanına emoji koymazsak sert mi, sevimli mi, sevecen mi, kızgın mı olduğunu bir türlü anlatamıyoruz. Birisi bize bir işi “adam gibi yap” dediğinde hakaret zannediyoruz.
Barış Ağabey’in adam olacak çocuklarından insanlık nedir bilmeyen kişilere dönüşmüşüz.
Yazık…
Emre Gürcan / Haziran 2019 / İstanbul

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder