Yıllar önce… Güzel bir bahar günü hafta sonu tatili için ailecek
bir ev kiralamıştık ormanın içinde. Rahmetli dedem, babaannem, annem, babam,
kardeşim, amcam, yengem, maaile… Doksanların başı… Çok uzun zaman önce… Gece yakınımıza
kadar gelen yılkı atlarının, kurtların, yaban domuzlarının sesleri ile
birbirimizi korkutuyor, hikayeler anlatıyor, hoş sohbet içinde aile saadeti
yaşıyorduk.
Hava soğuk… Yaz gelmemiş henüz. Isınmak gerekli. Evin erkekleri
olarak ormanda dolaşıp çalı çırpı topladık. Çocuğum daha… Kozalak, dal parçası,
odun parçaları… Dedem bir an durdu. Elimizdekilerin bir kısmını geri
bıraktırdı. “Bunlar yeter” dedi.
“Fazlasına gerek yok. İhtiyacınızdan fazlasında tüyü bitmemiş
yetimin hakkı vardır. Vebali büyüktür. Bu ormanda yere düşen dal parçası bile
milli servettir. Herkesin hakkı vardır” dedi.
Türk devlet muhasebesini kuran üç kişiden biriydi dedem. Besim
Muzaffer Gürcan... Mülkiyede hocaydı. Maliyeciydi. Ayrıca emekli Sayıştay
hâkimiydi. Vekâleten Sayıştay Başkanlığı yapmıştı. Devletin muhasebesini
denetlerken de bu kadar titizdi. Hayatı boyunca tek bir haram lokma boğazından
geçmemiş, ailesine de nasip etmemişti. Yıllarca dürüst bir Cumhuriyet çocuğu
olarak çalışmış ve bir devlet memurunun gelebileceği en yüksek seviyedeki
bürokratlardan birisi olmuştu.
Hiç kolay değildi yaşamı. Çocuk yaşta babasını kaybedince
İstanbul’a gelmiş, üniversitede okurken yarı zamanlı işlerde çalışıp
kardeşlerini de okutmuştu. Bir kardeşi orman mühendisi olduktan sonra
Türkiye’nin en genç yaştaki Orman Genel Müdürü olmuş, Devlet Planlama
Teşkilatı’nda Özal, Kahveci vs ile birlikte çalışmış sonra da Sanayi Bakanlığı
Müsteşarlığı’ndan emekli olmuştu. Küçük kardeşi de hâkimdi. İzmir’de Adli Yargı
Komisyonu başkanlığı yapmıştı.
Kardeşlerini okutabilmek için maliye müfettişi olduğu zamanlarda
önünde isterse sahip olabileceği her türlü imkan olmasına rağmen geceleri
evinde karısı ile gömlek dikmişti. Üç beş kuruş ek gelir olsun diye. Ocakta
çorbası kaynasın diye. Sonra zaman içinde maaşı arttıkça rahatladı, kendi
çocuklarını da doktor ve mühendis yaptı. Bizim bu günlere gelmemizi sağladı.
İşte bu adam ormanda ağaçtan yere düşen dal parçasının hesabını
yapan bir cumhuriyet çocuğuydu. Böyle adaletli, böyle dürüst ve böyle erdemli
bir hâkimdi.
Neyi, nasıl denetleyeceğini, nasıl sayacağını ve hak, hukuk
adaleti nasıl gözeteceğini bilen bir hâkimdi. İşte Atatürk’ün kurduğu
cumhuriyetin yetiştirdiği evlatları böyleydi.
Mazi… Ne güzeldi.
Emre Gürcan - Mayıs 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder