“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman
gibi kardeşçesine”
Nazım Hikmet Ran’ın bu güzel dizesi aklımın girdaplarında dolanıp duruyor uzun
zamandır. İnşaatlar için kesilen ağaçları, yok edilen ormanları gördükçe beynimin
kıvrımları arasında yankılanması dayanılmaz bir boyuta geçiyor bu güzel sözün. “Ormanlarımdan
bir dal kesenin başını keserim” diye fetva veren Fatih’in ecdadına
yakışmayan hareketlere şahit oluyoruz.
Çok daha
öncesine gidiyorum, Orhun yazıtlarında anlatılan “Ötüken Ormanları” geliyor
aklıma. Yeni romanımdaki kurguyu yapabilmem için başlangıç seviyesinden çok daha
fazla Türk tarihini öğrenmem gerektiği için bir süredir yoğun okumalar yapıyorum.
Bir cinayet sonrası başlayan yolculukta kahramanlarımız Aya Sofya’dan
Göbeklitepe’ye doğru yol alırken kendilerini Ötüken’in izinde kayıp Mu
kıtasında buluyorlar. Daha doğrusu “Um”… Mu efsanedeki kayıp kıtanın yanlış
okunuşu… Şu okuma işini bir becersek… Her şey çok daha güzel olacak sanırım.
Yolculukları
sırasında uğradıkları Orhun Yazıtları, bugünkü Moğolistan’da, Baykal Gölü’nün
epey güneyinde, Orhun Nehri vadisinde, Köşö Çaydam (Khöshöö Tsaidam,
Koshu-Tsaidam) ve Ögii Gölü yakınlarında… Kül Tigin Yazıtı’nda konuşan kişi
Bilge Kağan… Göktürk Devleti’nin
kuruluşu ve tarihi ile ilgili önemli bilgiler veriyor. Kül Tigin’in halkı için
yaptıklarından, atalarından İstemi Kağan ve Bumin Kağan ile onlardan sonra
tahta çıkan yöneticilerin başarısızlıklarından, kağanlık merkezinin Ötüken’den
başka yere taşınmaması gerektiğinden bahsediyor. Türk tarihinde büyük devlet
adamlarının kendi icraatlarından sonra halkına hesap vermesi oldukça sık
rastlanan bir gelenek… Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutku’nu da bu bağlamda değerlendirmemizde
fayda olmalı. Kudretli bir devlet adamının muhasebesi…
Gelelim Ötüken
ormanlarına… Bilge Kağan Ötüken ormanlarından asla ayrılmayın diye uyarıyor
halkını, kendisinden sonra gelecek olan kutlu yöneticileri… Hep düşünmüşümdür.
Atatürk’ün “en az 7000 senelik Türk Yurdu” dediği Anadolu’yu, konargöçer
atalarımızın binlerce yıl cirit attığı Avrupa’yı, Balkanlar’ı, Kafkaslar’ı
saymazsak yurt edinilen, binlerce yıldır oldukça verimsiz ve çorak topraklar olan
Orta Asya bozkırlarında bu sözü edilen orman nerede? Zaman içinde yok mu oldu?
Baltalara ya da iklim değişikliklerine kurban mı gitti?
Alın size
yanlış okumalardan birisi daha… Orhun Yazıtları 1893 yılında Danimarkalı
dilbilimci Vilhelm Thomsen ve Rus Türkolog Vasili Radlof tarafından çözülürken “rabbani
kişi, kutlu insan” anlamına gelen Öğk veya ökkük türük nasıl uydurma bir
şekilde Göktürk olarak okunmuşsa Ötüken Ormanları da aynı şekilde batılı bilim
adamlarına kurban edilmiş. O günden beri Türk Kağanlığı’nın ismi literatürde Göktürk
devleti olarak geçmektedir.
Orhun
yazıtlarında geçen “Ötüken Yıs” ifadesi “Ötüken Ormanları” şeklinde çevrilmiş.
Oysa Ne Ötüken diye bir yer var Orta Asya’da ne de orman anlamına gelen yıs
kelimesi… Peki, gerçek anlamı ne?
Ötüken
kelimesinin geçerli anlamına geldiğini söylüyor tarihçi ve dil bilimciler, yıs kelimesi
ise kanun demekmiş. Yani Ötüken ormanları dediğimiz “Geçerli Kanun” anlamına
geliyor. Töre… Anayasa…
Şimdi bir
düşünsenize: Bilge Kağan Orhun Yazıtları’nda Ötüken ormanlarından sakın
çıkmayın, ayrılmayın, mahvolursunuz demiş olabilir mi ortada tek bir ağaç bile
yokken? Mevzu birkaç ağaç ya da orman meselesi değil sanki. Atalarımızın bize
öğütlediği başka bir şey…
Yaşamak mümkündür
bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşçesine, ötüken ormanlarında… Kanunlara, yasalara, içtihatlara uyulduğu
sürece…