Turgut Özal, AET, Eurovision, TRT’nin ilk renkli yayınları, yılbaşından çıkan dansözler, Dallas, Turbo sakızları, Vita yağları, Perihan Abla, Bizimkiler, Ajda Pekkan ile Zeki Mürenli Alo reklamları, Renault Toros, Doğan görünümlü Şahinler, Commodore 64, Atari, röfleli saçlar, vatkalı kazaklar, rengârenk giysiler, kocaman gözlükler… Oldukça uzun liste… Daha da uzuyor saydıkça.
Bakın, hepsi de geride kaldı. Tarihin tozlu sayfalarının arasında kaybolup gitti. Bu saydıklarımı kimimiz belki hiç yaşamadı, görmedi bile. Kimimiz belki ucundan yetişti. Hatta belki de içimizden bazıları gördü, doya doya yaşadı ve artık unutmak istiyor. O sihirli on yıllık dönemden geriye kalan en sarsılmaz miras ise 80’ler müziği oldu.
Peki, hiç düşündünüz mü? O yıllardan geriye kalan şarkıları neden hala seviyoruz?“Modern Talking”, “Alphaville”, “Duran Duran”, “Depeche Mode ve benzeri grupların parçaları neden hala bu kadar keyif veriyor, seviliyor, tekrar tekrar dinleniyor?
O günlere kadar sadece gitar, davul, piyano ve bildiğimiz diğer klasik müzik enstrümanlarına sahip müzisyenlerin elinde artık yepyeni bir oyuncak vardı. Bu öyle bir oyuncaktı ki bu; daha önce hiç bilmedikleri sesleri duyuyor, isterlerse yeni sesler üretiyor ve daha da önemlisi bu sesleri kullanarak daha önce kimsenin bestelemediği parçalar aranje ediyorlardı. Müzisyenler için harika oyuncaklardı bunlar. Kelimenin tam anlamı ile “Toys for big boys”... Synthesizerlar… Ya da halk arasındaki yaygın ismi ile orglar…
Müzisyenlerin hayal âlemine daldığı, her zamankinden daha çocuk oldukları ve oyuncaklarıyla oynadıkları bu dönem 80’li yılların müziğinin temelini oluşturuyordu. Belki de bu sebepten dolayı 80’lerin müziği bu kadar naif öğeler taşımaktaydı. Armoniler nispeten diğer müzik türlerine göre çok daha basitti. Melodiler hatta sözler de çok ama çok basitti. Öyle basitti ki her şey, o zamanlar birçok kişi bu müziğe yoğun tepki gösteriyor ve hatta burun kıvırıyordu. Müzisyenler henüz yeni sesleri keşfetmekle meşgul oldukları için belki de müzikal yapıya önem vermekten daha çok yeni seslerle oynuyorlardı. Ama burada başka bir şey vardı. Bambaşka bir şey…
Dünya değişiyor, popüler kültür ve hızlı tüketim artıyordu. Bununla beraber çok iyi müzisyenlerin ellerinde harika yeni oyuncaklar vardı. Oynuyorlar, eğleniyorlar ve üretiyorlardı. Hatta o kadar çok üretiyorlar ki 80’li yıllarda yayınlanmış parça ve yeni müzisyen sayısı tüm müzik tarihinden üretilenden bile fazlaydı. Bir single yayınlayan sanatçı eğer başarılı olamazsa plak şirketleri hemen yeni birisini çıkartıyordu ortaya. O kadar hızlı ve fazla bir tüketim vardı ki başarılı olamayan müzisyen ile ilgilenilmiyordu bile. Zaten hali hazırda yeni oyuncaklarıyla oynayıp yepyeni şeyler üreten başka müzisyenler vardı ortalıkta. Hemen yepyeni bir isim çıkartılıyordu piyasaya.
Yepyeni bir çağın başlangıcıydı 80’ler. Basit, kolay tüketilir ve yormayan birçok eser ortaya çıkartıldı ve sanal dünyanın ilk ayak sesleri duyulmak üzereydi. Bu kadar çok üretim yapılmış bu altın çağın sonrasında geriye dönemin en iyi ve en sevilen eserleri bize miras kaldı. Her dönemim müziğinin kendine özgü ayrı bir güzelliği var. Ancak o dönemleri yaşamamış, hiç görmemiş olan yeni nesil bile çok seviyor 80’ler müziğini.
Oyuncaklarıyla oynayan müzisyenlerin keşfettiği yepyeni bir müzik ile tanıştık biz yıllar önce. Teknoloji ile harmanlanmış, daha önce kimsenin duymadığı seslerle üretilmiş sayısız şarkı vardı artık elimizde. İşte biz, o dönemin naifliğinden olsa gerek, aslında seksenler müziğini dinlerken kendi çocukluğumuzu tekrar yaşıyoruz. Oyuncakları ile oynayan çocukların ürettiği müzikten keyif alıyoruz.
Sevgi ve saygılarımla
Emre Gürcan
emre@emregurcan.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder